Prof. Dr. Semih Keskil
Tıbbın
yüzlerce yıldır, bir görüşe göre de binlerce yıldır tek bir amacı vardı,
hastalıkları iyileştirmek. Aslında günümüzde de tüm tıp bilimi bu temel amaç
etrafında yapılanmıştır. Neredeyse 19. yüzyıl başına kadar sadece hastalıkların
tanısını koymak, onları birbirinden ayırt etmek, söz konusu hastalıklara neden
olan etkenleri açığa çıkarmak ve bu hastalıkları tedavi etmek (hatta kimi zaman
hastalık tedavi edilemese bile hastalığın bulgularının tedavi edilmesi) temel
amaç olmuştur.
Gerek
ilaç tedavisi, gerek fiziksel yardımcı yöntemler ve gerek se cerrahinin amacı
geçen yüzyıla kadar hastalıkları tedavi etmek iken, 19. yüzyılın başlarında bu
hastalıkların ortaya çıkmasını önlemek yeni bir amaç olarak ortaya çıkmıştır.
Sivrisinekleri öldürmek yerine bataklığı kurutmak olarak özetlenebilecek bu
amacın ortaya çıkmasında, modern tıbbın sosyal devlet kavramı içinde herkesin
hizmetine sunulmasına sağlı olarak tıbbi harcamaların giderek artması ana neden
olmuştur.
Gerçekten
de özellikle 20. yüzyıla gelindiğinde koruyucu tıp pek çok hastalığın
yeryüzünden silinmesini sağlamıştır. Tabii ki bu dönemde yaşam kalitesi
kavramının da gündeme gelmesi, geçmiş yüzyıllarda fikren geliştirilmiş ve de
baş döndürücü teknolojik gelişmeler sayesinde artık uygulanmakta olan tedavi
yöntemlerinin sonuçlarının sorgulanmasına yol açmıştır.
Geçtiğimiz
yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında ise “rejeneratif tıp” kavramı
ortaya çıkmıştır. Bu değişimde, hastalıkların tedavisinde insan vücudunun
kendini onarma potansiyelinin oynadığı
çok önemli rolün; özellikle cerrahi dallarda çalışan uzmanlarca giderek daha
iyi anlaşılması yatmaktadır. Gerçekten de hastalıkların tedavi edilmediklerinde
izledikleri doğal sürecin izlenmesi, placebo araştırmaları, kök hücrelerin
giderek artan kullanımı; aslında insan vücudunun inanılmaz kendi kendini tamir
yeteneğinin desteklenmesini amacını ortaya çıkarmıştır.
Gerçekten
de bu şekilde hem daha yüksek bir yaşam kalitesini elde etmek, hem tedavilerin
yan etkilerini olabilecek en düşük seviyeye indirmek, hem tedavi giderlerini
kısmak ve hem de özelikle cerrahi alanındaki hala düşük olan başarı oranlarını
yükseltmek mümkün olabilecektir. Tabii ki beyin cerrahisinin bu değişimin
dışında kalması beklenmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder