3 Ekim 2022 Pazartesi

Nöroşirürjide İyileşme Metotları

 

                                                                                                                  Prof. Dr. Semih Keskil 

Efendim, tamamlayıcı tıp veya geleneksel tıpla da sizin ağrılarınızı kesebilir, acılarınızı dindirebiliriz ama... Bu eksende Beyin, Sinir ve Omurga Cerrahisinde iyileşme metotlarına göz atmamızda fayda olduğu muhakkaktır. Sizleri, bu metodlarla tamamen iyileştirip eski halinize döndürebiliriz, hem de garantili şekilde. Yani:

  • Bel fıtığınızı açık ameliyat bile yapmadan tamamen tedavi edebiliriz.
  • Boyun fıtığınızı da ameliyat yapmadan, bir yerinizi kesmeden tedavi edebiliriz.
  • Boynunuzdaki kırığı sizi aylarca boyunlukla gezdirmeden, felç etmeden iyileştirebiliriz.
  • Beyin tümörünün sizi öldürmesine engel oluruz, hatta kimi zaman ameliyat bile yapmadan.
  • Bunamaya başlamış aile büyüğünüzü eski haline döndürme şansımız olabilir.
  • Belinizdeki kırığı kansız bir şekilde eski haline döndürüp sizi bir günde ayağa kaldırabiliriz.
  • Yoğun bakımda ölümle pençeleşen hastanızın hayata daha sık tutunmasını sağlayabiliriz.
  • Bebeğinizin kafasındaki, belindeki doğumsal anomalisini düzeltebiliriz.
  • Yüzünüzdeki, yıllardır geçmeyip sizi canınıza kıyma noktasına getiren ağrıyı tedavi edebiliriz.
  • Kök hücre tedavisi şansınız olup olmadığını söyleyebiliriz.
  • Aylardır komada olup bir türlü uyanmayan hastanızı uyandırabiliriz.
  • Sevdiklerinizi en iyi tıbbi hizmete ulaştırabiliriz.
Tıbbın bu nimetlerini kullanarak; bilmem ki, sizin için daha ne yapabiliriz?



Testosteronun Sağlık Etkileri ve Testosteron Tedavileri

 

                                                                                                        Prof. Dr. Mehmet Emin Korkmaz 

    Testosteron testislerden salgılanan bir hormondur. Erkeklik hormonu olarak da adlandırılır. Fetusta cinsel farklılaşma, erkek cinsel sisteminin gelişimi ve çalışması testosterona bağlıdır. Erkeklerin ses, kas kütlesi, kemik yoğunluğu, vücut kılları gibi yapısal özellikleri de bu hormon tarafından biçimlendirilir. Yaşla birlikte testosteron düzeyi azalır. 60 yaşın üzerindeki erkeklerin % 20’sinde 80 yaşın üzerinde ise % 50’inde serum düzeyi normalin altındadır. Bunun sonucu olarak, testis boyutları küçülür, kemik yoğunluğu, kas kütlesi, kırmızı küre üretimi azalır, yağ yapımı artar.

    Erkeklik özelliklerinin idamesi dışında da testosteronun çok çeşitli etkileri vardır. Koroner kan akımının artması, damarların fizyolojik uyaranlara verdiği tepkilerin düzelmesi, aritmi riskinin azalması (EKG’de QT mesafesini kısaltır), kan şekeri kontrolünün kolaylaşması, kas kütle ve gücünün artıp yağ kütlesinin azalması kalp sağlığı için faydalıdır.  Ama aynı zamanda kötü şeyler de yapabilir: kan akışkanlığının azalması (kırmızı küre sayısında gereğinden fazla artış), iyi kolesterolde azalma (HDL-kolesterol), pıhtılaşmaya meyyal durum, (trombositlerin yapışkanlığını artırır), kan basıncında artma (su ve tuz tutulumu) ve muhtemelen damar sertliğinin ilerlemesi gibi.

    Uzayan yaşam süresi ve azalan testosteron birçok erkek için testosteron tedavisini çekici yapmaktadır. Son yıllarda hastalarım benden talep etmekte. Testosteron sizi güçlendirir, sırf bu nedenle bile insanlar kullanmak istemektedir.  Örneğin birçok amatör ve profesyonel sporcu testosteron kullanır. Öte yandan dışarıdan verilen testosteron tedavilerinin güvenliği halen soru işaretidir. 

    Yetmişli yıllardan başlayarak yapılan birçok gözlemsel  ve bazı küçük plasebo kontrollü çalışmalar erkeklere testosteron verilmesinin kalp damar sağlığını olumsuz etkilediğini göstermiştir. ABD İlaç ve Gıda dairesi testosteron tedavisini sadece hipogonadizm denen testislerin az çalıştığı klinik durum ile sınırlandırmıştır. 

    Öte yandan çok yakın zamanda Lancet’te yayımlanan bir meta analiz benim bu yazıyı hazırlamama neden oldu (1). Araştırıcılar hipogonzdizmli erkeklerde yapılan 35 plasebo kpntrollü çalışmanın 17’sinin verilerine ulaşarak incelemişler.  Ortala 65 yaşında 5600 erkeğin verisi kalp damar hastalığı ve ölüm riskinde artış olmadığını gösteriyor. “Çok iyi” diyebilirsiniz. Ama ben tedbir öneriyorum. Çünkü çalışmanın takip süresi çok kısa sadece 1 yıl. Bu tıl sonunda tamamlanacak olan TRAVERSE isimli bir çalışma bize 60 aylık izlem sonuçlarını gösterecek.

    Kişisel görüşüm doğumsal hipogonadizmi olmayan, doğal yaşlanma süreci sonrası azalan testosteronun dışardan verilmemesidir. Bunun için bazı sağlam gerekçelerim var. İlaç şirketleri, yerleşik tıp otoriteleri ile birlikte yaşlanmayı tıbbi bir sorun haline getirdiler. Seksenli yıllarda kadın menapozu sonrası yapılan hormon yerine koyma tedavileri, artan pıhtılaşma, kanser ve kalp hastalığı nedeniyle hüsranla sonuçlandı. Bunu iyi biliyoruz. Yaşlanan erkeklere testosteron vermek benzer sonuçlanabilir. Doğanın düzenine karışmak hemen her zaman başısızlıkla sonuçlanır. Yaşlanma ile testosteron azalması normal bir süreçtir. Bu nedenle evlilikler sürmekte, dedeler yaşlarına uygun davranmaktadır. Tıbbi olarak da sorunlarla karşılaşılacaktır. Şişman, hipertansif, diyabetik, alkol tüketimi yüksek erkeklerde testosteron sözüme inan kalp sağlığını ciddi etkileyecektir.

Sonuç 

Testosteronu doğal yollarla yükseltmeniz mümkündür. Tavsiyem bu olacaktır; 

  1. Uygun vücut ağırlığını koruyun. Yağ hücrelerini azaltmak çok önemlidir. Yağ hücreleri östrojen yapan fabrikalardır.
  2. Düzenli egzersiz yapın. Yürüyün, yüzün, bisiklete binin ve mutlaka ağırlık kaldırın.
  3. Yeterli dinlenin, iyi uyuyun.
  4. Alkol tüketimini azaltın.
  5. İşlenmiş gıda tüketmeyin, yeterli miktarda protein alın.

Kaynaklar


        




Antidepresan İlaçlarla İlgili Bilinmeyenler

 

                                                                                                                     Dr. Mutluhan İzmir 


    Son zamanlarda halen yaygın biçimde kullanılan antidepresan ilaçların etkileri ve yan etkileri üzerindeki tartışmalar yoğunlaştı. 20 Ağustos 2022 tarihinde saygın bilim dergisi grubu olan Nature’da yayınlanan kapsamlı bir şemsiye çalışmasının depresyonda serotonin azalması kuramına yönelik hiçbir ciddi kanıtın şu ana dek ileri sürülememiş olduğu saptamasını yapan yayın bu tartışmaların tetikleyicisi oldu. Aynı dönemde serotoninle hiç ilgili olmayan yeni nesil antidepresan ilaçların piyasaya sürülmek üzere hazır olduklarını ilaç firmaları kamuoyuna duyurdular ve ardından özellikle serotonin geri alım inhibitörü grubuna ait antidepresan ilaçların olumsuz yan etkileriyle ilgili çok sayıda yayın yapılmaya başlandı. Bu gelişmelerin ardından şimdiye dek kullanmakta olduğumuz antidepresan ilaçların aslında laboratuarlarda yoğun bilimsel çalışmalar yapılmadan nasıl tesadüfen bulunmuş olduklarının bir özetini yapmak sanırım bilgilendirici olacaktır.

    1950’li yıllarda verem hastalığının tedavisi için geliştirilen yeni bir antibiyotik olan ‘iproniyazid’ adlı molekülün kullanıma sunulması, ik antidepresan ilaçların ortaya çıkışının yolunu açmıştır. O dönemlerde dünyada veremden ölüm oranı 100.000 kişide 188 olarak seyrediyordu ve henüz verem tedavisi için güçlü bir ilaç geliştirilememiş olduğu için de verem hastalarının tedavileri çok uzun sürmekteydi. Tedavinin toplumdan yalıtılmış hastanelerde uzun sürmesi, hastaların normal yaşamlarından, mesleklerinden, ailelerinden ve çevrelerinden çok uzun süre uzak kalmaları nedeniyle o dönemde veremli hastalar arasında depresyon ve intihar oranları oldukça yüksekti. Yeni bulunan iproniyazid adlı antibiyotiği kullanan hastaların diğerlerine göre daha neşeli ve keyifli hale gelmeleri, daha az intihar etmeleri hekimlerin gözlerinden kaçmamıştı. Bu rastlantısal somut kanıt, iproniyazid adlı verem ilacının depresyonu engelleyen bir etkisinin olduğunu hekimlere düşündürdü. Nitekim bu yönde yapılan araştırmaların sonucunda, iproniyazid adlı molekülün beyinde monoaminlerin (dopamin, adrenalin, serotonin) yıkımını sağlayan monoaminooksidaz (MAO) enzimini etkisiz hale getirdiği ve bunun sonucunda da monoaminlerin beyindeki etkinliğinde artışa neden olduğu ortaya çıktı. Bu rastlantısal bulgu üzerine dünyada ilk antidepresanlar olan MAO inhibitörleri üretilmiştir.

    1960’lara dek depresyon adı altında toplanacak bir hastalık grubunun bulunduğu savı tartışmalıydı. O tarihe dek depresif belirtiler gösteren hastalar için tercih edilen tanı, ‘melankoli’ ve ‘manik depresif’ hastalıktı. Hatta 1950’lerde kullanımına başlanan bir antidepresan olan ‘imipramin’, o tarihlerde antidepresan adı altında kullanılmamaktaydı. 1950’lerden önce depresif belirtilerle gelen hastalar, ‘barbitürat’ türü yatıştırıcılar ve ‘amfetamin’ türü uyarıcılarla tedavi edilmekteydi. Antidepresanların henüz piyasada boy göstermediği ve bugünkü kadar kitlesel biçimde kullanılmadığı o dönemlerde, depresyonun en korkulan yan etkisi olan intihar oranı açısından (bugüne kıyasla) herhangi bir korkutucu artış da söz konusu değildi.

    İlk antidepresan sayılan imipraminin, başlangıçta oldukça kısıtlı bir hasta grubunu hedeflemekteydi; bu grup o günlerde ‘endojen depresyon’ olarak adlandırılan ve bugün antidepresan ilaç tedavisi gören geniş hasta grubunun ufak bir kısmını oluşturuyordu. Depresif belirtiler gösteren diğer çoğunluğun ise ilaç tedavisi gerektirmeyen bir grup olduğu düşünülüyordu. Çünkü bu kişiler yaşam olaylarından etkilendikleri için, kısa süre sonra (bu yaşam olayının etkisi geçince) düzelebilecek bir grup olarak değerlendirilmekteydiler. Bu görüş, 1960’larda yeni antidepresan ilaçların piyasaya sürülmesine ve modern tıbbın ‘beyinde bir kimyasal dengesizlik sonucunda ortaya çıktığını iddia ettiği depresyona özel’ ilaç tedavileri geliştirme başarısı gösterdiğinin ileri sürülmesine kadar hakimiyetini korudu.

    1960’lı yıllarda ‘amitriptilin’ molekülünü antidepresan olarak piyasaya süren Merck firması, ‘trisiklik’ ilaçların antidepresan olarak kullanımlarının artırılması ve hekimler tarafından gözden kaçtığını iddia ettikleri depresyon hastalığının daha çok tanınarak ‘daha sık teşhis edilmesi’ için, 50.000 adet ‘depresyonu tanıma kitabı’ dağıtmıştır. Bu rakam o günlerin kitap okuma sayısına göre çok ciddi bir rakamdır. Hekimlerin ilaç firmaları tarafından hastalıklarla ilgili “bilinçlendirilmeleri” sonucunu vermiştir ve o tarihte çok ender kullanılan bu ilaçlar günümüzde tüm dünyada ayda milyonlarca kutu tüketilmektedir. Büyük olasılıkla yeni nesil ilaçların piyasaya sürülmesinin ardından serotonin arttırıcı ilaçların modası geçecek ve daha yeni ilaçlar çıkıncaya dek bu yeni nesil ilaçlar dünyada milyonlarca kutu tüketilmeyi sürdürecektir.