3 Ekim 2022 Pazartesi

Antidepresan İlaçlarla İlgili Bilinmeyenler

 

                                                                                                                     Dr. Mutluhan İzmir 


    Son zamanlarda halen yaygın biçimde kullanılan antidepresan ilaçların etkileri ve yan etkileri üzerindeki tartışmalar yoğunlaştı. 20 Ağustos 2022 tarihinde saygın bilim dergisi grubu olan Nature’da yayınlanan kapsamlı bir şemsiye çalışmasının depresyonda serotonin azalması kuramına yönelik hiçbir ciddi kanıtın şu ana dek ileri sürülememiş olduğu saptamasını yapan yayın bu tartışmaların tetikleyicisi oldu. Aynı dönemde serotoninle hiç ilgili olmayan yeni nesil antidepresan ilaçların piyasaya sürülmek üzere hazır olduklarını ilaç firmaları kamuoyuna duyurdular ve ardından özellikle serotonin geri alım inhibitörü grubuna ait antidepresan ilaçların olumsuz yan etkileriyle ilgili çok sayıda yayın yapılmaya başlandı. Bu gelişmelerin ardından şimdiye dek kullanmakta olduğumuz antidepresan ilaçların aslında laboratuarlarda yoğun bilimsel çalışmalar yapılmadan nasıl tesadüfen bulunmuş olduklarının bir özetini yapmak sanırım bilgilendirici olacaktır.

    1950’li yıllarda verem hastalığının tedavisi için geliştirilen yeni bir antibiyotik olan ‘iproniyazid’ adlı molekülün kullanıma sunulması, ik antidepresan ilaçların ortaya çıkışının yolunu açmıştır. O dönemlerde dünyada veremden ölüm oranı 100.000 kişide 188 olarak seyrediyordu ve henüz verem tedavisi için güçlü bir ilaç geliştirilememiş olduğu için de verem hastalarının tedavileri çok uzun sürmekteydi. Tedavinin toplumdan yalıtılmış hastanelerde uzun sürmesi, hastaların normal yaşamlarından, mesleklerinden, ailelerinden ve çevrelerinden çok uzun süre uzak kalmaları nedeniyle o dönemde veremli hastalar arasında depresyon ve intihar oranları oldukça yüksekti. Yeni bulunan iproniyazid adlı antibiyotiği kullanan hastaların diğerlerine göre daha neşeli ve keyifli hale gelmeleri, daha az intihar etmeleri hekimlerin gözlerinden kaçmamıştı. Bu rastlantısal somut kanıt, iproniyazid adlı verem ilacının depresyonu engelleyen bir etkisinin olduğunu hekimlere düşündürdü. Nitekim bu yönde yapılan araştırmaların sonucunda, iproniyazid adlı molekülün beyinde monoaminlerin (dopamin, adrenalin, serotonin) yıkımını sağlayan monoaminooksidaz (MAO) enzimini etkisiz hale getirdiği ve bunun sonucunda da monoaminlerin beyindeki etkinliğinde artışa neden olduğu ortaya çıktı. Bu rastlantısal bulgu üzerine dünyada ilk antidepresanlar olan MAO inhibitörleri üretilmiştir.

    1960’lara dek depresyon adı altında toplanacak bir hastalık grubunun bulunduğu savı tartışmalıydı. O tarihe dek depresif belirtiler gösteren hastalar için tercih edilen tanı, ‘melankoli’ ve ‘manik depresif’ hastalıktı. Hatta 1950’lerde kullanımına başlanan bir antidepresan olan ‘imipramin’, o tarihlerde antidepresan adı altında kullanılmamaktaydı. 1950’lerden önce depresif belirtilerle gelen hastalar, ‘barbitürat’ türü yatıştırıcılar ve ‘amfetamin’ türü uyarıcılarla tedavi edilmekteydi. Antidepresanların henüz piyasada boy göstermediği ve bugünkü kadar kitlesel biçimde kullanılmadığı o dönemlerde, depresyonun en korkulan yan etkisi olan intihar oranı açısından (bugüne kıyasla) herhangi bir korkutucu artış da söz konusu değildi.

    İlk antidepresan sayılan imipraminin, başlangıçta oldukça kısıtlı bir hasta grubunu hedeflemekteydi; bu grup o günlerde ‘endojen depresyon’ olarak adlandırılan ve bugün antidepresan ilaç tedavisi gören geniş hasta grubunun ufak bir kısmını oluşturuyordu. Depresif belirtiler gösteren diğer çoğunluğun ise ilaç tedavisi gerektirmeyen bir grup olduğu düşünülüyordu. Çünkü bu kişiler yaşam olaylarından etkilendikleri için, kısa süre sonra (bu yaşam olayının etkisi geçince) düzelebilecek bir grup olarak değerlendirilmekteydiler. Bu görüş, 1960’larda yeni antidepresan ilaçların piyasaya sürülmesine ve modern tıbbın ‘beyinde bir kimyasal dengesizlik sonucunda ortaya çıktığını iddia ettiği depresyona özel’ ilaç tedavileri geliştirme başarısı gösterdiğinin ileri sürülmesine kadar hakimiyetini korudu.

    1960’lı yıllarda ‘amitriptilin’ molekülünü antidepresan olarak piyasaya süren Merck firması, ‘trisiklik’ ilaçların antidepresan olarak kullanımlarının artırılması ve hekimler tarafından gözden kaçtığını iddia ettikleri depresyon hastalığının daha çok tanınarak ‘daha sık teşhis edilmesi’ için, 50.000 adet ‘depresyonu tanıma kitabı’ dağıtmıştır. Bu rakam o günlerin kitap okuma sayısına göre çok ciddi bir rakamdır. Hekimlerin ilaç firmaları tarafından hastalıklarla ilgili “bilinçlendirilmeleri” sonucunu vermiştir ve o tarihte çok ender kullanılan bu ilaçlar günümüzde tüm dünyada ayda milyonlarca kutu tüketilmektedir. Büyük olasılıkla yeni nesil ilaçların piyasaya sürülmesinin ardından serotonin arttırıcı ilaçların modası geçecek ve daha yeni ilaçlar çıkıncaya dek bu yeni nesil ilaçlar dünyada milyonlarca kutu tüketilmeyi sürdürecektir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder