Dr. Mutluhan İzmir
Son
zamanlarda halen yaygın biçimde kullanılan antidepresan ilaçların etkileri ve
yan etkileri üzerindeki tartışmalar yoğunlaştı. 20 Ağustos 2022 tarihinde
saygın bilim dergisi grubu olan Nature’da yayınlanan kapsamlı bir şemsiye
çalışmasının depresyonda serotonin azalması kuramına yönelik hiçbir ciddi
kanıtın şu ana dek ileri sürülememiş olduğu saptamasını yapan yayın bu
tartışmaların tetikleyicisi oldu. Aynı dönemde serotoninle hiç ilgili olmayan
yeni nesil antidepresan ilaçların piyasaya sürülmek üzere hazır olduklarını
ilaç firmaları kamuoyuna duyurdular ve ardından özellikle serotonin geri alım
inhibitörü grubuna ait antidepresan ilaçların olumsuz yan etkileriyle ilgili
çok sayıda yayın yapılmaya başlandı. Bu gelişmelerin ardından şimdiye dek
kullanmakta olduğumuz antidepresan ilaçların aslında laboratuarlarda yoğun
bilimsel çalışmalar yapılmadan nasıl tesadüfen bulunmuş olduklarının bir
özetini yapmak sanırım bilgilendirici olacaktır.
1950’li yıllarda verem hastalığının tedavisi için
geliştirilen yeni bir antibiyotik olan ‘iproniyazid’ adlı molekülün kullanıma
sunulması, ik antidepresan ilaçların ortaya çıkışının yolunu açmıştır. O
dönemlerde dünyada veremden ölüm oranı 100.000 kişide 188 olarak seyrediyordu
ve henüz verem tedavisi için güçlü bir ilaç geliştirilememiş olduğu için de
verem hastalarının tedavileri çok uzun sürmekteydi. Tedavinin toplumdan
yalıtılmış hastanelerde uzun sürmesi, hastaların normal yaşamlarından,
mesleklerinden, ailelerinden ve çevrelerinden çok uzun süre uzak kalmaları
nedeniyle o dönemde veremli hastalar arasında depresyon ve intihar oranları
oldukça yüksekti. Yeni bulunan iproniyazid adlı antibiyotiği kullanan
hastaların diğerlerine göre daha neşeli ve keyifli hale gelmeleri, daha az
intihar etmeleri hekimlerin gözlerinden kaçmamıştı.
Bu rastlantısal somut kanıt, iproniyazid
adlı verem ilacının depresyonu engelleyen bir etkisinin olduğunu hekimlere
düşündürdü. Nitekim bu yönde yapılan araştırmaların sonucunda, iproniyazid adlı
molekülün beyinde monoaminlerin (dopamin, adrenalin, serotonin) yıkımını
sağlayan monoaminooksidaz (MAO) enzimini etkisiz hale getirdiği ve bunun
sonucunda da monoaminlerin beyindeki etkinliğinde artışa neden olduğu ortaya
çıktı. Bu rastlantısal bulgu üzerine dünyada ilk antidepresanlar olan MAO
inhibitörleri üretilmiştir.
1960’lara
dek depresyon adı altında toplanacak bir hastalık grubunun bulunduğu savı
tartışmalıydı. O tarihe dek depresif belirtiler gösteren hastalar için tercih
edilen tanı, ‘melankoli’ ve ‘manik depresif’ hastalıktı. Hatta 1950’lerde
kullanımına başlanan bir antidepresan olan ‘imipramin’, o tarihlerde antidepresan
adı altında kullanılmamaktaydı. 1950’lerden önce depresif belirtilerle gelen
hastalar, ‘barbitürat’ türü yatıştırıcılar ve ‘amfetamin’ türü uyarıcılarla
tedavi edilmekteydi. Antidepresanların henüz piyasada boy göstermediği ve
bugünkü kadar kitlesel biçimde kullanılmadığı o dönemlerde, depresyonun en
korkulan yan etkisi olan intihar oranı açısından (bugüne kıyasla) herhangi bir
korkutucu artış da söz konusu değildi.
İlk
antidepresan sayılan imipraminin, başlangıçta oldukça kısıtlı bir hasta grubunu
hedeflemekteydi; bu grup o günlerde ‘endojen depresyon’ olarak adlandırılan ve
bugün antidepresan ilaç tedavisi gören geniş hasta grubunun ufak bir kısmını
oluşturuyordu. Depresif belirtiler gösteren diğer çoğunluğun ise ilaç tedavisi
gerektirmeyen bir grup olduğu düşünülüyordu. Çünkü bu kişiler yaşam
olaylarından etkilendikleri için, kısa süre sonra (bu yaşam olayının etkisi
geçince) düzelebilecek bir grup olarak değerlendirilmekteydiler. Bu görüş,
1960’larda yeni antidepresan ilaçların piyasaya sürülmesine ve modern tıbbın ‘beyinde
bir kimyasal dengesizlik sonucunda ortaya çıktığını iddia ettiği depresyona
özel’ ilaç tedavileri geliştirme başarısı gösterdiğinin ileri sürülmesine kadar
hakimiyetini korudu.
1960’lı
yıllarda ‘amitriptilin’ molekülünü antidepresan olarak piyasaya süren Merck firması, ‘trisiklik’ ilaçların antidepresan olarak
kullanımlarının artırılması ve hekimler tarafından gözden kaçtığını
iddia ettikleri depresyon hastalığının daha çok tanınarak ‘daha sık teşhis
edilmesi’ için, 50.000 adet ‘depresyonu tanıma kitabı’ dağıtmıştır. Bu rakam o günlerin kitap okuma sayısına göre
çok ciddi bir rakamdır. Hekimlerin ilaç firmaları tarafından hastalıklarla
ilgili “bilinçlendirilmeleri” sonucunu vermiştir ve o tarihte çok ender
kullanılan bu ilaçlar günümüzde tüm dünyada ayda milyonlarca kutu
tüketilmektedir. Büyük olasılıkla yeni nesil ilaçların piyasaya sürülmesinin
ardından serotonin arttırıcı ilaçların modası geçecek ve daha yeni ilaçlar
çıkıncaya dek bu yeni nesil ilaçlar dünyada milyonlarca kutu tüketilmeyi
sürdürecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder